Necati Keskin

Necati Keskin


Yokluk Günlerimiz

08 Haziran 2014 - 21:06 - Güncelleme: 13 Haziran 2014 - 21:11

Osmanlı imparatorluğunun 480 yıl boyunca, devlet idaresinde bulunan paşaların devşirme olması ile Trakya ve sınırlarımız içerisinde bulunan Doğu Avrupa gelişmesine çok büyük önem ve öncelik verildiğinden Anadolu halkının sorunları ile pek ilgilenilmediği, Her yörede türeyen eşkıyanın yokluk ve yoksullukla uğraşan Anadolu halkının tepesine balyoz gibi vurarak dünyayı çekilmez hale getirdiği gibi arada çıkan isyanların da kanlı bir şekilde bastırıldığı, özellikle I.Dünya savaşı boyunca ve daha sonraki yıllarda Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet döneminde tam kalkınma hamlesine girilmişken hiç beklenmedik II.Dünya savaşı baş göstermiş, Hitler’in Sovyetler Birliğine saldıracağı, saldırının ülkemizi de içine alacak şekilde ihtimallerin olması sebebiyle askeri birliklerimizin bu konuda hazır hale getirilmesi sonucunda büyük ölçüde yokluklar çekilmiş, Mazlum Anadolu halkı ise kendi yağı ile kavrularak açlık ve sefalet içerisinde ve bulaşıcı hastalıkların önüne geçilmediğinden ülkemizde yaş ortalamasının 43 olduğu göz önüne alınırsa, ülkemizin dün ve gününü kıyaslama imkanını ve geçmişte yaşanan sıkıntıları genç nesillere aktarmak, ülkemizin içinde bulunduğu sıkıntılı günlerde her zaman güçlü olmak bakımından eskileri tekrar hatırlatmakta yarar bulunduğu kanısındayım..

 

1900 doğumlu rahmetli babam, bizlere zamana uygun isteklerimizi karınca kararınca yerine getirebilme imkanı tanımıştı. Arada sırada eski günlerdeki yaşantısını bize naklederken, rahmetlinin çocukluk günlerini anlatırken, yokluk çekmenin acısını hep yüreğimizde hissederdik.

Şöyle anlatırdı rahmetli “1907-8 yılları öyle felaket durumlarımız oldu ki anlatılmakla bitmez” derdi rahmetli “6 ay ekmek lokmasının boğazımdan geçmediği gibi ailelerin tarlalarda yetişen otlardan çorba yaparak açlıklarını giderdiğini, bırakın buğday ununu, mısır ve arpa unu bulmanın bile mümkün olmadığı, olanların da ancak iki veya üç gün yetecek miktar kadardı.” derdi, hele bir anısını hiç unutamam “11-12 yaşındayım, sabah annem, babamdan gelen mektubu köyün hocasına okutmak için birlikte gittik. Mektup okutma ücreti olarak da eteğinin içerisine dört yumurta koydu. Hocamın evine gittiğimizde 6 aydır görmediğim bir olaya şahit oldum, büyük bir leğen içerisine dökülen tarhana çorbası ve içerisine doğranan bazlama ekmeğine öyle dalmışım ki, hoca efendi anneme çocuk sofraya gelsin karnı aç galiba dediğinde rahmetli annem de “afiyet olsun hoca efendi şimdi sofradan kalktık”, dedikten sonra beni de sesimi çıkartmamam için hafitten dürtükledikten sonra hocanın bütün ısrarına rağmen sofraya yaklaşmam annem tarafından engellendi. Daha sonra babamın mektubu okuyan hoca efendi, giderken eşine ‘çocuğun karnı aç galiba, iki bazlama verin’ annemden gizli iki bazlama verdiler, vallahi hoca efendinin avlu kapısından çıkmadan iki bazlamayı açlıktan nasıl yuttuğumu hiç unutmam, Bizim oraların en iyi gıda maddemiz ovada yetişen meyveler ve erikten yapılan pestillerdi. Hasta ziyaretlerine götürülecek en iyi hediye ise pestil, turşu idi, son zamanlarda ise 15-16 yaşlarında bulunan gençler ve büyüklerimiz hep birlikte altımızda merkeplerle 45 Km. uzaklıktaki Çankırı Tuz mağarasına sabah ezanı okunmadan iki saat önce kalkar hep birlikte mağaradan kaya tuzu yüklenerek Ilgaz, Kurşunlu, Ovacık köylerinde satarak tekrar pazara gider ev ihtiyaçlarını giderirdik. Açlıktan, sefaletten, temizlik maddesi olmadığından (Bit)i olmayan yok gibi, buna mukabil ince hastalık denen illet ile sıtmadan ölenler çoğunlukta, gençleri savaşa aldılar biz çocuklara her gün 3 kişi 5 kişi cenazeye giderdik. Yetişkin erkek olmadığı için cenaze sahipleri bizleri bulurlardı, inanın bazen herkes kendi ölüsünü kendi imkânlarıyla gömmeye çalışıyorlardı. Yani halkın ölüsü bile başına bela oluyordu. Biz sizin gibi yaşantımız olmadı, şimdilerde her şey var”,

 

Rahmetli babamın dedikleri doğru, çünkü incelediğim bazı tarihçilerin 1910 ile 1925 arasında gerçekten ülkemizde açlıktan salgın hastalıkların çoğaldığını, verem ve sıtma mikrobundan 10-12 milyon nüfusun yüzde 10 u bu şekilde telef olduğunu yazarlar…

 

Unutamadığım bir hatırada rahmetli babamdan çok daha yaşlı komşu teyzemiz bazen yokluk günlerini şöyle anlatırdı rahmetli. “Ekmek bulamadığımızdan mevsim itibariyle biraz olsun tarlalarda yeşilliklerden pazı, ısırgan otu, madımak toplanır, hele bir gün ineğimi otlatırken Allah’a şöyle dua ettim “Allah’ım beni yarattın ya rızkımı ver yiyelim, yada şu ineğim gibi yap da karnım doyuncaya kadar otlayayım, Bir ailede ineği olan durumları iyi demektir. İki çocuğumu da, ineğim sayesinde güç bela adam ettim ama gel de onu bana sor”. Bu teyzemizin hatıraları dinlerken açlıktan dolayı yaptığı dua’dan irkildiğimi hatırlarım.

 

Ekmeğin karne ile verildiği devri pek hatırlamıyorum ama 97 yaşında bulunan annemin anlattığına göre II. Dünya savaşı patlak verdiğinde şehirlerde yaşayanların ekmeğin karne ile verildiği, şeker olmadığından köylerde bağı bahçesi olanların dut, erik ile ihtiyacın giderildiği, köylünün elinde mevcut tahılların bir kısmını, ayrıca öküz, at, katır’lara el konulduğunu unutmamak lazım. Savaş yıllarının etkilerinin büyük ölçüde azaldığı 29 Şubat 1946 tarihinde doğmama rağmen ben biraz emsallerimden çok daha rahat büyüdüm ama çocukluğumdan bildiğim özel yapım çarıklar, soğuk kuyu lastiği daha sonra naylon ayakkabı rüyalarımızı süslerdi, daha sonraları da 15-18 yaşlarımda ayakkabımın topuk ve burnuna demir çaktırdığımı, yün çoraplarımızda en az 10 delik yeri tekrar çitileyip giydirdiklerini, elbiselerimizin eskidiklerinde ters yüz edilip yeni hale getirildiğini, yamalı pantolon giymenin doğal olduğu, yetişen sebze ve meyveleri mevsiminden ayrı bulmak mümkün olmadığı yıllardı.

 

Yoksullar çoğunlukta idi kuşkusuz, ama zengin insan var mıydı derseniz pek yoktu, gelire bağlı olmaksızın herkes aynı okula gider, aynı önlüğü giyer, aynı havayı solurduk,

 

Ülkemizin ekonomik tablosundan şikayetçiyiz, gelir az, gider çok, borç gırtlakta, işsizlik çığ gibi..

 

Listeyi uzatmayalım...

 

Geçmişimizi öğrenip bu günkü halimize şükredelim, Beterin beteri vardır derler, Rahmetli babamın hatıraları bundan bir asır önce,

 

 Onlar tesadüfen yaşamışlar!..

 

İki torunum var, Emre ve Umut….

 

Onlara babamdan duyduklarımı, benim yaşadıklarımı anlattığımda, inanmak istemiyorlar. Onlara hayal geliyor.

 

Neredeeennn nereye geldik !….

 

Bu günlere şükredin!...

 

Görüşmek dileğiyle hoşça kalın, sağlıklı kalın.

 

Necati KESKİN

asiyan151048@hotmail.com

08 HAZİRAN 2014

 

Bu yazı 5936 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum